“Hepsi O’na yazılmış şarkılar”

“Hepsi O’na yazılmış şarkılar”

“Önce, suçlama vardı. Âdem Havva’yı suçladı, Havva yılanı. Biz de o zamandan beri bununla uğraşıyoruz. Hareketlerimizin sorumluluğunu kabullenmeyi reddetmek bizim ilk günahımız. Bu, cennet bahçesinden kovulmamızın ve acı çekmemizin sebebi. İyi de bunu neden yapıyoruz? Aslında suçlama oyununun hiçbir anlamı yok. Bu, sadece suçluluk duygumuzu başka yere yönlendirmek ve sorumluluk almaktan kurtulmak için geliştirdiğimiz bir sistem. Lakin bu sisteme fazla yüklendik, görünen o ki hiçbir şey bizim suçumuz değil.” diyor Charlie Campbell “Günah Keçisi / Başkalarını Suçlamanın Tarihi” adlı kitabında.

Ve şöyle devam ediyor üstat, “Bunu yapmanın yeni ve sıradışı bir yolunu da bulduk: Sözde bilim ve komplo teorileri. Üstelik teknoloji bu tehlikeli fikirlerin yayılmasını hiç olmadığı kadar kolaylaştırdı. Sorunumuz ne olursa olsun, bir çözüm olmasa bile, her zaman bir suçlu vardır. Marx kapitalist sistemi suçladı, Dawkins dini. Freud bunların hepsinin cinsellikten kaynaklandığını düşündü. Larkin ailelerimizi suçladı, Atkins ise patatesi… Yaptıklarımızın tüm sorumluluğunu üstlenmeye çok da yaklaşmış görünmüyoruz.”

Tevellüdü 1530’lu yıllara dayanan ‘günah keçisi’ terimini şimdilerde sayıklamaya başlarsak: Bugün günlerden pandemi, aylardan pandemi ve belki de yıllardan pandemi olarak gelecekte bir vakit, kelamların içine düşecek-sızacak ve hatta dilemmalar ve muammalar arasında da, o muhabbetlerin nevaleliğine en kallavisinden daha nice günah keçilerini yerleştirmeyi es geçmeyeceğimiz gibi.

Ezcümle: Varsın astronomlara göre her gün 275 milyon yeni yıldız doğadursun, yahut (1788-1860) Alman filozof A. Schopenhauer, “Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır. O da mutlu olmak için burada olduğumuzu sandığımızdır” diyedursun; bizler bu yüzyılda, Stendhal Sendromu hayatlarımız içinde, düşünce tarifelerimizden bin memnun hallerimizle yeni yeni günah keçileri yaratmaya devam edeceğiz gibi… Es notu: Yapılan araştırmalarda insanın insanı dinleme süreci sekiz saniyeymiş, o sebeple buraya ‘kitaba bilahare bakarsınız’ niyetini düşüp, geliyorum bugünkü özne ve sadedime…

İlk olarak 2000’lerin meşhur Jazz Cafe’sinde, vokal ve piyano performansına şahit olduğum piyanist, besteci Çiğdem Erken’in dördüncü albümü “Uyandım Yoksun” Ada Müzik’ten çıktı. 1995’ten bu yana 60 tiyatro oyununun müziğinde piyanist, müzik direktörü, besteci olarak yer alan ve son yıllarda, film müzikleriyle de gökkubbede bıraktığı hoş bir sadâ kadar, müzik eşrafınca da takdir gören Erken’in bu albümünün prodüktörlüğünü Redd grubundan Doğan Duru üstleniyor. Albümün ilk klibi “Yeniden Doğar mıyım?” ise yönetmen Onur Özcan imzalı olarak retinalara zuhur etti bile.

Gelin, daha fazlasını kendisinden dinleyelim ama öncesinde fonunuza, “Uyandım Yoksun’un beslendiği nokta son derece kişisel” diyen Erken’in, Halil Sezai ile seslendirdiği, “Hayat bir masal belki de…” cümlesiyle algıda seçiciliğimi yükselten “Ben Seçtim Yolumu” şarkısını paslayarak albüme merhabanızı sarkıtıp röportaja başlayabilirsiniz.

5ec3eca52af1071f44de305d

“Doğuştan müzisyen hissediyorum”

“Geçmişte sabahın bir köşesinde / Oturup ilk ve son kez efendiyi suçlardım… Hızlı yaşlandığım dedikodusu çıkmıştı / Sonra ağacın yanında uyuyan bir canavarla karşılaştım / Baktım ve kaşlarımı çattım, canavar bendim…” Bugünlerde kafamda yankılanan David Bowie’nin 1970 çıkışlı “The Man Who Sold The World” albümünden “Width Of A Circle” şarkısı. Ne dersiniz, günümüz fanileri bizler de yaşadığımız pandemi karşısında, ‘efendiyi suçlamaktan vazgeçip, canavarın kendimiz’ olduğunu anlayabildik mi, yoksa daha yolumuz var mı?

Yeryüzünde hiçbir canlı yok ki yaşadığı yere izlerini bırakmasın. İnsanoğlu çok uzun zamandır doğanın nimetlerini unutmaya meyil etti. Büyük şehrin eğlencesini ve teknolojinin bize getirdiği oyuncakları oksijenden, sudan, ağaçlardan daha fazla önemsedik. Kapitalizmin acımasız cazibesi hepimizi esir aldı. Ekmeyi, biçmeyi, pişirmeyi unuttuk. Bütün bunlardan bir anda kopmamız ani bir aydınlanma yaşamamız tabii ki o kadar kolay değil. Ama belki yaşadığımız bugünler, hepimizin dönüp, kendi yaşamına bakmasını ve bazı alışkanlıklarını gözden geçirmesini sağlayabilir. Bir an önce salt tüketen insandan üreten insana geçmemiz gerekiyor.

“İçeriğin varlığının tartışıldığı tek sanat türü müzik. Müziği bu tartışmalara iten şey plastik sanatlardan farklı olarak nesnel bir varolan olmaması” diyor bazı müzikologlar. Ancak metafizikçiler içeriğe ilişkin farklı bir yaklaşımı benimsemekte. Örneğin, metafizikçi yaklaşımları ile bilinen filozof Arthur Schopenhauer, “Müziğin olaylar dünyası ile bir ilgisi yoktur; müzik iradenin bir kopyasıdır” diyor. Çıkışınız olan 1995’ten bugüne yarattığınız besteleri düşünürsek ve akademisyen kimliğinizi de baz alırsak sizin için müzik ne anlam ifade ediyor?

Ben kendimi doğuştan müzisyen hissediyorum. 6 yaşında piyanoyu gördüm ve bir daha başka hiçbir mevzu benim için müzik kadar önemli olamadı. Biz çocukken, akşam yemeklerinden sonra babam bağlama çalar, annem de şarkı söyleyerek eşlik ederdi. Genetik bir hadise sanırım bendeki bu müzik tutkusu. Bu öyle gündeme göre değişebilecek kadar sığ sularda yüzen bir durum değil. Aklımla, kalbimle bir bütün olarak ait olduğum ve yaşadığım müddet bende kalacak derin bir bağ hissediyorum.

Gelelim “Uyandım Yoksun”un çıkış yolculuğuna, şarkıların doğuşundan bahseder misiniz?

“Uyandım Yoksun” albüm fikri bir kaç senedir aklımdaydı. Özellikle son dönemlerde yazdığım aşka dair denemelerim diyebiliriz. Kimileri çok yeni olmakla birlikte “Yeniden Doğar mıyım?” gibi çok eski bir şarkım da var içinde. “Hüzün Dibi”, “Ben Seçtim Yolumu” ve “Kanatsız Kızlar” Çağan Irmak’ın çektiği “Gülizar” dizisi için yazdığım şarkılar. Dizideki karakterle o kadar derin bir bağ kurdum ki bu şarkıları repertuvara almam kaçınılmaz oldu. “Hayal Et” ise sonradan kazaya uğrayıp, tamamlanamamış bir kısa film projesi için yazılmıştı. Müziği ile şehirde yırtmaya çalışan genç bir çocuğun ağzından yazılmış bir şarkı. Ayrıca sözü ve müziği Doğan Duru’ya ait iki şarkı var albümde. “Kafamız Yıldızlı Pekiyi” ve “Sanki Bir Masalmışız”. O şarkılar da benim şarkılarımla müthiş bir uyum yakaladı.

“Yazarken içimdeki ‘âşık’ konuşuyor”

Bu albümü, diğer albüm ve soundtrack çalışmalarınızdan ayıran nedir?

Bu albüm de diğerleri gibi benim müzikal yolculuğumun bir aşaması; biraz şarkılarımı kurcalamak yeni şeyler aramak istedim. Tekrara düşmek istemedim. Bu yolculuğun daha uzun yıllar sürmesi adına, kendime yeni heyecanlar yaratmak istedim. Albümde özellikle bazı şarkılarda yepyeni öneriler var beni dinleyenlere.

Malum ilginç zamanlardan geçiyoruz, albümü hazırlarken itici gücünüz neydi ve şarkılarınızın dert edindiği güzergâh neresi?

Yaklaşık dokuz aydır bu albüm üzerine çalışıyorduk. Hazır hale getirdiğimizde koronavirüs henüz hayatımıza girmemişti. Bu kadar kalbimi koyarak yaptığım bir albümün tarihini değiştirmek aklımın ucundan bile geçmedi. Aslına bakarsan “Uyandım Yoksun”a koyduğum şarkıların sözlerinin bugün yaşadıklarımız ile ne kadar bağı olduğunu keşfettim dinleyiciye ulaştıktan sonra. Şarkılarımın derdi hep aynıdır aslında. İçimde hep yaşamasını umduğum şarkı yazan genç bir kız var. Aşktan, hüzünden, yalnızlıktan, ölesiye sevebilmekten bahsediyorum. Yazarken içimdeki “âşık” konuşuyor daha çok. Her lafımla hüznün dibine vurmak istiyorum.

Daha öncesinde “Benim Adım Feridun”un soundtrack’ından bildiğimiz “Yeniden Doğar mıyım”a ilk klibi çektiniz. Bu şarkıyı seçme sebebiniz, zira bu şarkının menşeinin 22 yıl öncesine dayandığını biliyoruz? Ve ben de size sormak isterim; metafor da olsa yeniden doğabilir miyiz?

Pandemiden önce ilk klibi “Yeniden Doğar mıyım”a çekmeye karar vermiştik zaten. Ancak şarkının sözlerinin ve ruh halinin karantina psikolojisine bu kadar uyması tamamen tesadüf oldu açıkçası. Planladığımız klibi çekme imkanımız kalmayınca, yönetmen Onur Özcan ile böyle bir çalışma yaptık. Benim evde geçen normal bir günümü çekti. Ve Doğan ile kurduğumuz müzikal ortaklığı en iyi ifade eden şarkı olduğu için çıkış şarkısı olsun istedik. Şarkıda bahsi geçen ‘yeniden doğmak’ yine metaforik. İnsanoğlu öyle güçlü bir yaratık ki ölüm de dahil olmak üzere, her türlü acının üstesinden gelebiliyor.

Bu arada Halil Sezai ile “Ben Seçtim Yolumu” ve Çağan Irmak ile de “Bir Kutuya Topla ve At Beni” şarkılarında düetleriniz var. Bunların ortaya çıkışı ve bu isimlerin sizin hayatınızdaki yeri nedir?

Halil Sezai ile uzun yıllardır tanışıyoruz. Tiyatrodan gelen ortak bir geçmişimiz var. Üçüncü albümüm “Manita”da birlikte söylediğimiz “Dünyayı Durduran Şarkı” çok sevildi ve hâlâ da en çok dinlenen şarkılarımdan. Onunla aramızda müthiş bir uyum hissediyorum. “Ben Seçtim Yolumu” son yıllarda yazdıklarım içinde bana en çok dokunan şarkı oldu.

Çok ağladım yazarken ve içimde o şarkı, H. Sezai’nin sesiyle dönmeye başladı. O da çok sevdi şarkıyı ve bir kez daha bir araya geldik. Ç. Irmak’la müzik yapmak da her zaman çok özel benim için. Hem çok yakın arkadaşım, hem de müziğe dair müthiş bir ruh eşliği var aramızda. Tanıştığımız günden bu yana, her fırsatta birlikte üretiyoruz. Her zaman müthiş bir ilham kaynağı olmuştur benim için. Bu albümdeki birçok şarkının ortaya çıkmasının da nedenidir Çağan.

5ec3ecf72af1071f44de3061

“Sadece kavuşamayan âşıklar vardır”

Daha öncesinde de birlikte çalıştığınız güçlü müzisyen kadrosuna sahip “Uyandım Yoksun” şarkılarının serüveninden bahseder misiniz? Bir de bu isimlerin sizde ki karşılığı nedir?

Doğan Duru ile ilk çalışmamız bu. Ama sanki yıllardır onunla çalışıyormuş gibi rahat ettim. Onun kendi müzikal yaşamındaki sesleri çok beğendiğim için albümü ona emanet etmek istedim. Benim gözümde prodüktör, aranjör dediğin adamın yaşam zevki, estetik kabiliyeti yüksek olmalı. Doğan’ı her anlamda çok zevkli buluyorum. Şarkılarıma yepyeni bir hava kattı. Albümlerimi kaydederken müzisyenler konusunda çok titizleniyorum. Birlikte çalıştığım isimler zaten kendi alanlarında büyük isimler, albümlerime kattıkları işin çok önemli bir kısmını oluşturuyor.

Neredeyse her albümde yeni tanıştığım müzisyenler de olmuştur ama yıllardır hiç vazgeçemediğim isimler var. Onlar biraz da benim uğur taşlarım gibi. Bu albümde harika soloları ile dinlediğimiz Derya Türkan ve Şenova Ülker çoğu zaman daha müziği yazarken aklımda dolanırlar. Cem Tuncer de olmazsa olmazlarımdan. Seneler içinde çeşitli projelerde buluşmuşluğumuz vardır. Mümkünse o çalsın isterim ve müzikalitesi her zaman işin rengini değiştirir.

Bugüne kadar dinlediğim tüm Ç. Erken şarkıları, ki her biri adıyla da kendi başına bir aşk hikayesi anlatıyor o ayrı ama genel olarak da derdi olan – anlatma isteği olan şarkılar. O hikayelerde kimler var?

Benim sözlerim çok içsel yolculuklarla meşgul aslında. Bir yandan baktığınız zaman bir nevi günlük niteliği taşıdığını görebilirsiniz ancak kullandığım metaforlar daha çok aşkı ve koşulsuz sevgiyi yüceltmek üzerine. Hepsi O’na yazılmış şarkılar. Aşk üzerine sayıklamalar, sevgiliye güzellemeler de diyebiliriz. Hislerimi zaten hep aynı masada muhabbet eder gibi yazdığımı düşünüyorum. Burada bahsedilen ayrılıklar kaderin cilvesi, yüzyıllık yalnızlıklar. Şarkılarım asla sevgisizlikten, sevilmemekten bahsetmez. Sadece kavuşamayan âşıklar vardır.

Üretkenliğinizle sanatın iyileştirici gücüne inananlardan olduğunuzu, hatta inanmaktan öte pek kişinin aksine, harekete geçenlerden biri olduğunuzu düşünüyorum. Sizce bugün gelinen noktada, sanatı yaratanların gündemi yakalayabildiğini ya da takipçi kitlesinin de var olan sanatı anlayabildiğini düşünüyor musunuz?

Sanatın gündemi yakalamak gibi bir derdi yoktur, olmamalı da zaten. Haber bülteni değil ki bu. Tabii ki sanatçı yapı itibarı ile toplumsal olaylara duyarlıdır ve yeri gelince üretimi ile tepkisini koyabilir ama koymayabilir de. Sanatçı hayata karşı kendi metaforları ile konuşan kişidir. Ve hiçbir zaman da mükemmel olmak zorunda değildir. Sanatsal üretimin süreçleri vardır. Demlenmiş duygulardan her zaman daha incelikli daha olgun eserler çıkar. Sanatçı kendi adasında yaşar. Vapur seferleri olsa da sonuçta adadır. Anakarayla arasında mesafe olmalıdır.

Yanlış hatırlamıyorsam gelecekte bir vakit, şiirlerden oluşan bir şarkı albümü çıkarma istediğiniz vardı. Mesela, o şiir albümünden hangi şairlerin şiirlerini sesinizden şarkı olarak dinleyeceğiz?

Uzun yıllardır bir şiir albümü yapma düşüncem var. Çocukluğumdan beri çok sıkı bir şiir okuyucusuyum. Şarkı yazmaya başlamadan önce şiir yazıyordum zaten. Şiir konusunda dünyanın en şanslı ülkelerinden biriyiz. Muhteşem şairler ve ozanlar yetişmiş bu topraklarda. Daha önce çeşitli nedenlerle bestelediğim Nâzım Hikmet, Can Yücel, Aziz Nesin ve herkesin bildiği sevdam Metin Altıok şiirlerinden bestelenmiş şarkılar olacak tabii bu albümde ama daha önce üzerine çalışmadığım ve büyük hayranlık duyduğum Cemal Süreya, Ümit Yaşar Oğuzcan, Özdemir Asaf gibi ustaların sözleri de olsun istiyorum. Ayrıca yaşayan şair ve yazarlardan oluşturmaya çalıştığım bir seçki de var kafamda.

5ec3ed252af1071f44de3063

“Bambaşka ihtimaller önümüze geldi”

4.5 milyar yıl yaşındaki dünyanın 300 bin yıllık yaşayanı olan insanyavrusunun bugünlerde yaşadığı sınav için, sonrasında her şeyin değişeceğini düşünenler de var, tam tersine tarihe bakınca, bundan da nasibimizi alamayız, bir süre sonra yine olması gerektiği gibi yaşamaya devam ederiz diyenler de. Sizin düşünceniz nedir?

Çok sevdiğim bir söz vardır. “İnsanın belleği bağırsağından kısadır” diye. İnsanoğlu rahata erince yaşadığı zorlukları çabuk unutur. Ancak bu yeni normal bizi ister istemez başka bir düzene zorlayacaktır. Sistem değişirse biz de değişeceğiz mecburen. Nasıl geçeceğinden emin olduğumuzu zannettiğimiz gelecek, bambaşka ihtimallerle önümüze geldi bundan kaçış yok.

Bir de sosyal mesafeyi korumak adına dayanışmayı büyütmeliyiz diyen sanatçıların yamacında, pek çok ülkede farklı projeler üretilmeye başlandı. Siz bugünlerde yapılan sanatı ve tavrı nasıl karşılıyorsunuz?

Bu konunun cevabı kişiye göre değişir. Üretim açısından bakarsak bu kadar büyük toplumsal olaylar yaşanırken yapılan şeyleri şahsen suni bulurum. Üretim yalnız zamanların işi bence… Kafanız dinç olmalı ama ruhunuz biraz serkeş, biraz da avare olmalı. Haydi, hep beraber pandemi kafası ile bir şeyler üretelim deyince, o daha çok bir yarışma temasını canlandırıyor benim gözümde. Sanatçının içgüdülerinden biri topluma derdini anlatmaktır. Bir yönüyle de dert dinlemedir aslında bu. Günlük üretimler eşliğinde, etrafı biraz renklendirmek, insanlara güç ve moral vermek hepimize iyi gelebilir.

Bu süreçte siz neler yapıyorsunuz; kişisel tarihinizde yeniden masaya yatırdığınız, gözlemlediğiniz ya da keşfettiğiniz neler var?

Bu süreç hepimiz için zor geçiyor tabii. Yaşadığımız fırtınanın çok da farkında olmadığımızı düşünüyorum ben. Hafif atlattığımızı sanıyoruz ama içimizde büyük bir değişim başladı bu kesin. Kendi adıma materyalizmden uzaklaşma fırsatı olarak görüyorum bunu. Büyük şehrin içinde debelenip durduğumuzu biliyordum zaten ama yaşamsal açıdan nelerin değişebileceğini fark ettim. Deli gibi çalışıp para kazanıp, o parayı yol, su, elektrik olarak geri ödüyoruz. Oysa biraz olsun insanoğlunun fabrika ayarlarına dönmek ve bu sayede özgürleşmek mümkün.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir