Uluslararası kurumlar tarafından belirlenen ve insanlığı tehdit eden 30 küresel riskin 5 tanesi doğa ile ilgili olduğu açıklandı. İklimde yaşanan kriz, aşırı hava olayları, canlı ekosisteminde yaşanan negatif gelişmeler, gıda güvenliğinde yaşanan bozulmalar ve temiz su kaynaklarının azalması 21. yüzyılda insanlığı tehdit eden en önemli konular olarak ön plana çıkıyor. Yeşil enerji yatırımlarıyla bilinen Yaşam Ayavefe; hem tüketiciler hem de üreticiler olarak bu risklerin farkında olmamız gerekiyor. Üretim ve tüketim tercihlerimizde çevreye zarar verecek uygulamalardan kaçınmalı ve kaynaklarımızı verimli bir şekilde kullanmalıyız. Yaşadığımız koronavirüs salgını sonrasında dünyanın sağlığına her zamankinden daha çok dikkat etmemiz gerektiğini hatırlatmak istiyoruz. İnsan ırkı olarak aslında ne kadar kırılgan olduğumuzu ve çevremiz ile doğaya özen göstermezsek başımıza neler gelebileceğini bu koronavirüs salgını sayesinde görmüş olduk. Artık hem üretimde hem de tüketimde doğamızı önceliklendiren ekonomik sistemlere geçmemiz lazım. Doğaya zarar veren ekonominin maliyetlerini bu salgın sayesinde artık daha iyi idrak edebiliyoruz. “ açıklamasında bulundu.
Çevreci olmayan ekonomilerin maliyetleri
Var olan ekonomik sistemde uzun vadeli getirilerden çok kısa vadeli getirilere odaklanılıyor. Bunun yanında üretim tekniklerimizin doğaya, içtiğimizin suya veya soluduğumuz havaya etkileri maliyet hesabına katılmıyor. Bilinçsiz üretim ve tüketim yüzünden kaybolan ormanlık alanların sayısı her geçen gün artıyor. Her karış toprağa ağaç dikmek mottosu ile hareket eden uluslararası sivil toplum kuruluşlarından Green Climate World’ün kurucusu da olan Yaşam Ayavefe’ye göre doğal alanları, kaybolan ormanları kazanmak maliyeti çok yüksek bir süreç olmakla birlikte, var olanı korumak hem daha az maliyetli hem de ekosistemin dengesi açısından daha az riskli.
“İnsan etkisi yüzünden oluşan doğa olayları kaynaklı ekonomik zarar artık trilyon dolarlarla ifade ediliyor. Hem kendimiz hem de geleceğimiz olan çocuklarımız için artık bu maliyetlerin bir daha yaşanmamasını sağlamalıyız. Artık bir ürünün fiyatını belirleyen etkenlere yavaş yavaş çevreye verdiği maliyet de ekleniyor. Doğayı kirletenlere uygulanan vergiler dünya çapında yaygınlaşmaya başladı. Almanya üretilen CO2 başına alacağı vergiyi zamanla arttırmayı planlıyor. Global faizlerin bu kadar düştüğü bir ortamda, çevreci yatırımların ilk yatırım maliyeti yüksek olsa da bu tip çevre vergileri ile eski tip üretim sistemlerine yatırım yapmak mantıklı bir tercih olmuyor.”
Yenilenebilir enerji teknolojilerinin maliyeti düşüyor
Çevre dostu üretim teknikleri ve yenilenebilir enerji maliyetleri, yeni teknolojilerin yardımı ile devamlı düşüyor. 2010 yılından itibaren güneş enerji santrallerinin maliyeti 5’te birine, rüzgâr enerji santrallerinin maliyeti ise yarıya düştü. Yenilenebilir enerjinin depolanması çevreci üretim teknikleri açısından en büyük sorunlardan biri olarak öne çıkıyor. Teknoloji bu konuda da devreye girmeye başladı. Depolama alanında önemli yer tutan lityum iyon pillerinin maliyeti 10’da birine düştü. Yaşam Ayavefe’ye göre yenilenebilir enerjilerin ilk maliyeti şimdilik kısmen daha yüksek olsa da ülkeleri fosil yakıt bağımlılığından kurtararak, anlık fiyat değişimlerine daha dirençli ekonomiler yaratıyor. “Yeşil sanayi devrimi, doğa dostu yenilenebilir enerjilerin daha da yaygınlaşması ile sağlanacak. Dünya olarak net 0 karbon emisyonu hedefine ulaşmak için enerji üretimimizde yenilenebilir enerjinin payını %30 daha artırmamız gerekiyor. Yenilenebilir enerjilerdeki azalan maliyetler, depolama sistemlerindeki teknolojik gelişmeler ve hükümetlerin desteği ile bu hedefe ulaşmak gayet mümkün. Biz de Green Climate World olarak çevreci ve doğa dostu ekonomiler hakkında araştırmalar yaparak, toplumu ve iş insanlarını bilgilendirmeye devam ediyoruz.”