Dışişleri Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, “Türkiye’nin başarıyla icra etmekte olduğu Barış Pınarı Harekâtı, uluslararası hukuk temelinde, Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın 51. maddesinden kaynaklanan meşru müdafaa hakkımız ve BM Güvenlik Konseyi’nin terörizmle mücadeleye ilişkin kararları uyarınca yürütülmektedir. PKK’nın bir uzantısı olan PYD/YPG terör örgütünün ülkemizin ulusal güvenliği ile Suriye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal birliğine yönelik tehdit ve saldırıları karşısında, AB’nin terör unsurlarını koruyucu bir yaklaşım sergilemesi kabul edilemez. AB Konseyi’nin bu konudaki kararında, bazı AB üyelerinin de destek verdiği PYD/YPG terörizminin, son iki günde ülkemizde aralarında bir bebeğin de bulunduğu 18 masum sivili katletmesine sessiz kalmasının da bu çarpık yaklaşımın bir tezahürü olduğunu değerlendiriyoruz. Türkiye’nin defaatle dile getirdiği üzere, DEAŞ terörüyle mücadele kisvesi altında bir diğer terör örgütünün ayrılıkçı gündemine hizmet eden AB’yi ve bu örgüte destek veren AB üyesi ülkeleri, bugünkü sonuca ulaşılmasındaki sorumlulukları bağlamında özeleştiri yapmaya ve izana davet ediyoruz. Bu politika ve uygulamalarıyla AB’nin DEAŞ’a karşı mücadele konusunda ülkemize ders verme hakkı bulunmadığının altını çiziyoruz. Dünya üzerinde en kalabalık sığınmacı nüfusuna evsahipliği yapmakta olan Türkiye, önümüzdeki dönemde de ulusal güvenliğini tehdit eden ve Suriye halkının bekasını yakından ilgilendiren PYD/YPG ve DEAŞ başta olmak üzere tüm terör örgütleriyle mücadelesini kararlı bir şekilde sürdürecektir. Bu harekat, Türkiye-Suriye sınırında güvenli bir bölge oluşmasını ve bölgenin asıl sahiplerine kazandırılmasını sağlayacak olup, arzu eden yerlerinden edilmiş Suriyelilerin kendi topraklarına dönüşüne de yardımcı olacaktır. 18 Mart Mutabakatının 9. maddesinin, AB ve üye ülkelere, Türkiye’yle birlikte, yerel halkın ve sığınmacıların Türk sınırına yakın Suriye topraklarında daha güvenli alanlarda yaşayabilmeleri için koşulların iyileştirilmesi yükümlüğünü getirdiğini hatırlatırız. Diğer taraftan, AB’nin Doğu Akdeniz’de hem kendi haklarımızı hem de Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak için kararlılıkla yürüttüğümüz arama ve sondaj faaliyetlerini yasadışı olarak nitelendirmesini kesinlikle kabul edilemez buluyoruz. AB’nin Türkiye’ye karşı emsali olmayan bu önyargılı tutumu uluslararası hukukla da bağdaşmamaktadır. Ayrıca, AB’nin aldığı bu kararlarda bir kez daha Kıbrıs Türklerine hiçbir atıfta bulunmaması ve onları yok sayması ibret ve endişe verici bir durumdur.
Bu durum, AB’nin Kıbrıs konusunda artık Rum tarafının tümüyle rehinesi haline geldiğinin ve tarafsız kalamayacağının son örneğini teşkil etmiştir. Aslında AB’nin, 2004 yılında aldığı kararları ve verdiği sözleri hayata geçirmemekle, Kıbrıs Türklerini gözardı ettiği yadsınamaz bir gerçektir. AB’nin bu tavrını da şiddetle kınıyoruz. Hidrokarbon faaliyetlerimizi KKTC’yle birlikte kararlılıkla sürdüreceğimizi ve AB’nin bu konuda engelleyici tedbirlere başvurması halinde misliyle mukabele edeceğimizi bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Bir yandan münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığının diyalog ve iyi niyetli müzakere yoluyla, uluslararası hukuka uygun ve iyi komşuluk ilişkileri ilkesi uyarınca sınırlandırılması gerektiğini vurgulayan AB Konseyi’nin, diğer taraftan GKRY’nin tek taraflı deniz yetki alanı iddialarını benimsemesi ve bu iddiaları “üyelik dayanışması” bahanesi altında Türkiye’ye dayatma girişimlerinde bulunması ciddi bir çelişki teşkil etmektedir. Doğu Akdeniz’de barış ve istikrarın tesisi, herkesin kazanacağı bir işbirliği iklimi oluşturması, ülkemizin ve özellikle Kıbrıs Türklerinin ilgili anlaşmalar ve uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru hak ve çıkarlarına saygı gösterilmesi ve Doğu Akdeniz’in siyasi, hukuki, tarihi ve coğrafi gerçeklerinin dikkate alınmasıyla mümkün olacaktır. Bu hukuksuz ve yanlı tutumu nedeniyle, AB ile bazı alanlardaki işbirliğimizi ciddi bir şekilde gözden geçireceğiz” denildi.
Musa Erdoğan