Ağustos’un bu alanda bereketli bir zafer kronolojisi göstermesi bir tesadüf değil; zamanın savaş teknolojisi ve Türk ordularının belirli bir stratejik alışkanlığı bu ay üzerinde bazı savaşların yığılmasına neden olmuştur. Hatta bu bazen bizim seçimimizin dışında zorunlu olarak da böyle gelmiş olabilir. Sultan Alp Arslan’ın Malazgirt’te Romanos Diogenes ile karşılaşması şüphesiz ki Selçuklu ordusunun, özellikle süvarinin savaş için kendine uygun bir mevsimi, yani ağustosu seçmesi ile ilgilidir. Sultanın amacı Anadolu’nun fethine devam etmekten çok güneyde Suriye, Filistin ve Mısır’a yönelmekti. 1526 Mohaç Cengi, Osmanlı ordularının Avrupa seferine belirgin bir mevsimde başlaması, mevsime göre konaklamalarla belirli mıntıkaya ulaşılmasıyla yakından ilgilidir. Daha erken ulaşma iklim, daha geç kalma da yine iklim nedeniyle tercih edilmiyordu. Her halükârda Mohaç’la Osmanlı İmparatorluğu büyük Macar krallığını ortadan kaldırdı ve bir gün içinde zaferle Avrupa kuvvetler dengesini altüst ederek, iki asır kadar süren ayrı dengelere dayalı yeni bir dönemi başlattı.
AĞUSTOS’UN SON SAVAŞI
Hiç şüphesiz ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu sağlayan Birinci Cihan Savaşı’ndan sonraki vahim yenilgi ve istilayı getiren mütareke ve Sevr dönemi, diplomatik bakımdan daha erken, fakat ön planda yine ağustos-eylülde devam eden 1921 Sakarya Meydan Muharebesi ve onun neticesinde Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ana strateji konusunda müttefiklerle tam anlaşamaması yüzünden zorunlu olarak ağustosa kaymış son büyük savaştı.
BÖLÜNME KESİNLEŞTİ
Sakarya zaferiyle itilaf devletleri arasındaki bölünme kesinleşti. Fransa, Türkiye’yle 21 Ekim’de ayrı bir antlaşma yaptı ve bu musalaha ile Ankara hükümetinin varlığını ve öncülüğünü tanıdı. İtalya bilhassa Yunanlar ve İngilizlerle olan ihtilaf dolasıyla Antalya’dan işgali kaldırdı ve geri çekildi. Fakat Sevr’in hâlâ tadilatından bahsediliyordu; oysa yeni devletin (bu artık kesinleşmişti) kendi barış şartları henüz kabul edilmiyordu. İngiltere, Yunanistan konusunda hayal kırıklığına uğradı. Asker ve mali yardıma devam etme, hele hele yardımı arttırma taleplerini karşılamadı. Yunan ordusu Britanya’nın adına savaştığını ve Anadolu’ya çıktığını biliyordu. Buna rağmen “Orduyu geri çekeriz” tehdidine de Britanya doğrusu aldırış etmedi. Zaten bu tehdidin gerçekleşmesi de mümkün değildi. Yunan hükümeti ve kamuoyu böyle bir çekilmeye hiç hazırlıklı değildi. Sözünü bile ettirmediler.
Dengeler değişmeye başlamıştı. Fransa çekildiği güney bölgelerinde, nakledemediği askeri teçhizatı devretti. İtalya’nın benzer transferleri oldu. Yeni Sovyet Rusya ise Ankara hükümetine daha ciddi bir müttefik olarak destek verme gereğini duydu.
TARİH USTALIKLA GİZLENDİ
Ahz-ı asker (asker toplama) işi genişledi. 1899-1902 yıllarında doğanlar silah altına çağrıldılar. Savunma vergilerinde iane ve ayni yardım bile seferberliğe dahil oldu. Büyük Taarruz’un tarihi gizli tutulsa da ağustosta yoğunluğun artacağı belliydi; Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlık görevi ve yetkileri Büyük Millet Meclisi tarafından sınırsız uzatıldı. Taarruzun tarihi ustalıkla gizlendi.
Ankara’daki diplomatik temsilciler, gözlemciler ve yabancı basın mensupları dahi gelişmelerden uzak tutulmaya çalışıldı. Bununla birlikte Yunan tarafı da Afyon’dan başlayan üç kademeli bir tahkimatla hazırlığını sürdürdü. Motorlu nakil araçları, uçak sayısı, ağır makineli tüfek bakımından sayıca öndeydiler. Hatta orduların mevcudu dahi ülkelerin gerçek nüfusunu yansıtmayacak derecede birbirine yakındı.
14 GÜNDE KESİN ZAFER
26 Ağustos’ta başlayan taarruz Yunan hatlarında ilk anda bir gerilemeye neden olduysa da toparlanabildiler. Fakat ana kolordular arasındaki bağlantılar 24 saat içinde koptu. Küçük Asya Ordusu’nun başına getirilen General Georgios Hacıanestis, daha savaşın başında bazı yanlış kararlar aldı ama bunların dışında Nikolaos Trikupis gibi nitelikli komutanların dahi diğer kolordu üniteleriyle bağlantıları devam ettirmediği görüldü. O kadar ki 28 Ağustos’ta Türk birlikleri Kütahya’ya girmiştir. 2 Eylül’de de General Nikolaos Trikupis 6 bin askeriyle Uşak’ta teslim oldu. 14 gün gibi bir süre içerisinde Türk orduları düşmanın üzerinde kuşatma, toptan bir saf dışı bırakma ve esir alma gibi işlemlerle kesin bir zafer kazandı. Afyon-Kocatepe hattında başlayan taarruz 9 Eylül’de İzmir’e girişle tamamlandı. Bundan sonraki safha, Mudanya Mütarekesi ve diplomatik savaştır.
30 Ağustos Zaferi yeni bir çağın, Büyük Dünya Savaşı sonunun teknoloji ve strateji değişiklikleri döneminde elde edildi. Yeni taktikler, savunma, hücum, başarılı ricat teknikleri uygulandı. Dolayısıyla 30 Ağustos’un, ağustos aylarındaki büyük Türk zaferleriyle birlikte, Türk ordusunun bilhassa küçük Asya’daki tarihi bakımından çok önemli olduğu açıktır. Bu zaferler arasında takım tutar gibi seçim yapmak tarihçi anlayışa ters ve asıl önemlisi, bir yurdun ve ulusun 900 sene içerisinde yaşadıklarının anlaşılması bakımdan mahzurludur. Malazgirt Zaferi de Mohaç da Çanakkale, Kutül Amare, Sakarya ve 26-30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi de hepsi bir bütünün parçalarıdır ve 30 Ağustos bunların hepsini zirvede ifade eden bir tarihtir.
İSTİKLAL HARBİ’NDE İRANLI BİR SUBAYIN ANILARI
İSTİKLAL Harbimizde, Anadolu hükümetinin ve artık ismi bilinen General Mustafa Kemal Paşa’nın şöhreti, İtilaf Devletleri’nin haksızlıklarına isyan eden bazı yabancı subaylarla birlikte, Türkiye’de de sayıları hiçbir zaman 40-50 binin altına düşmeyen İranlılardan askeri talebe olanların orduya katılmasını sağlamıştır. Çok ilginç; Gelibolu’da enterne edilen Rus General Wrangel komutasındaki Beyaz Ordu’dan bazı Rus subay ve askerlerden dahi Anadolu’ya Mustafa Kemal Paşa’ya katılmak isteyenler çıkmış.
Ağustos zaferleri
İranlıların bazıları Fars, bazıları Türk kökenlidir. İzmir, İstanbul ve hatta Rumeli kentlerinde yaşayan İranlıların bazı gençleri bizim okullarımızda okumuştur. Seyyid Ahmed Canpulad da bunlardan biridir. Kuleli Askeri Lisesi mezunudur. Okulu yeni bitiren gençler İstiklal Harbi’ne katıldılar. Hatıratın son sayfalarında Türkiye’de yetişen İranlı subayların isimleri veriliyor. Bazıları İran ordusunun da başarılı mensuplarıdır. 1920-22 Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk ordusunda teğmen olarak savaşan Seyyid Ahmed Canpulad’ın hatıratı bu açıdan çok önemlidir ve İstiklal Harbi tarihimizin bazı yönlerine ışık tuttuğu gibi, münakaşaya lüzum olmayacak şekilde aydınlatıcı hükümler de getiriyor. Yabancı kökenli askerlerin Milli Mücadele’ye katkısı konusunda çok az sayıda belge ve hatırat vardır. Seyyid Canbulad’ın anıları bu noktada çok önem kazanıyor. Sakarya Muharebesi ve 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz’dan sonra burada evlenmiş, ailenin işleri dolayısıyla İran’a dönmüştür.